OW Debug - Notice
Message: Trying to access array offset on value of type null
File: /home/romarekl/public_html/sosyallift.com/ow_plugins/forum/controllers/topic.php
Line: 136
NEFS-İ LEVVÂME at Sosyallift Forum
Loading...
 
en
Yunus Emre
Yunus Emre May 9 '16

NEFS-İ LEVVAME

Anlamı: Kendini kınayan, levm eden, pişman olan nefs mertebesi.

ZİKRİ: Allah Allah Ya Allah

Allah esmasının kısaca anlamı: Lafzatullah. Kainatı alemleri var eden, halk eden, idare eden yüce varlık. Zerreden alemlere bütün mevcudların yaratıcısı, her türlü noksan sıfatlardan uzak, bütün güzel isimlerin, yüce, ezeli ve ebedi sıfatların sahibi ve her şeyin gerçek mabudu olan. Gerçek mabudun ve tek yaratıcının özel ismi. Allah ismi, Rububiyet sıfatları ile donanmış gerçek vücudu ile münferit olan varlığın ismidir. O’ndan başka her mevcudun mevcudiyeti Allah sayesindedir. Allah’la kaimdir. Her mevcud ancak O’nunla mevcudiyetini devam ettirebilir. Allah ismi bütün isim ve sıfatları cem eden Zat ismidir.

TEVHİD ZİKRİ: lâ maksude illallah; lâ ilahe illallah

(Allah’dan başka maksad yoktur) (Maksad ancak Allah’tır) (Allah’dan başka ilah yoktur)

(İlah ancak Allah’tır)

MAKSAD: Amaç, hedef, varılmak istenen sonuç

İDRAK AYETİ: “fenada fizzulumâti en lâ ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimiyn” (Enbiya/87)

Mealen: “Karanlıklar içinde “senden başka ilah yoktur, sen münezzehsin, doğrusu ben zalimlerden oldum” diye niyaz etmişti.”

İDRAK AYETİ: “İnnellahe yuhibbüttevvabiyne ve yühibbil mutatahhiriyn.”(Bakara/222)

Mealen: Kesinlikle Allah çok tevbe edenleride sever, çok temizlenenleride sever.”

İDRAK AYETİ: “la uksimü bi yevmil kıyameti (1) ve la uksimü binefsillevvameti (2)” (Kıyamet/1-2)

Mealen: “Kıyamet gününe yemin ederim. Kınayan nefse de yemin ederim.

Nefs-i natıka bu mertebede “hayvani ruh” ismi ile müsemma olur.

YAŞANTISI: Nefs-i levvamenin biri nefs-i emmareye diğeride mülhimeye bakan iki yüzü vardır. Ehli hayvandır. Davul önünde oynar, kürsi dibinde ağlar. Kendini beğenmiş olup, şer kaynağıdır, ham sofudur. Cehalet, hamlık, kızgınlık, gıybet, levm, çok yemek ve şehvet ahlaki vasıflarıdır. HAVF ve RECA arasında yaşar.

Bu mertebeden kurtulup yükselmenin anahtarı zikirlerini yapmak aracılığı iledir. Mürşidinin Salik’e yapmış olduğu telkinle zikre başlar, nurunu, sırrını ve halini müşahede edinceye kadar çalışmalarına devam eder. Rengi kızıldır. Mürşidinin himmeti irşadıdır.

Bu nefis mertebesinde, hemen hemen nefsi emmarenin kısmen ıslah olmuş halidir. Benlik bilinci ve benliğinin Allah’la devam ettiği idraki ve çabaları kişiyi küfür ve nifaktan kısmen kurtarmışsada henüz hal halini almamıştır. Yaşantısına zaman zaman bu konuyu adapte etmektedir. Kötü ahlak vasıflarından tam manasıyla kendini kurtaramamıştır. Fırsat bulur bulmaz bu kötülüklere ve vasıflara meylederek, yaparak emmareliğe düşüverir. Onun için bu nefs mertebesinde olanların uyanık olup, nefs mücahedesi ile nefsin ihtiraslarına karşı muhalefet ve tevbe ile nefsi mülhime mertebesine geçmeye çabalamaları gerekir. Gevşeklik göstermemeli gayret, çaba ve çalışmalarına devam etmelidir.

Nefsi benliğinin tesirinde olan kimse, yukarıda bahsedilen biçimde çalışmalarını sürdürdükçe yavaş yavaş manen güçlenmeğe başlar. Nefs-i emmarede kendine hakim olamayan, yapmış olduğu her kötü işte “oh olsun, ne iyi yaptım” diyen ve pişmanlık duymayan kişi, nefs-i levvameye ulaşınca, şuurlanmaya ve pişmanlık duymaya başlar. Bu şuurlanmada nefsinin, benliğinin emanet olduğu ve Kur’an ve Sünnet-i Muhammediye’ye göre yaşanmak üzere bu nefsin verildiği bilinci önemli rol oynar. Nefsin ilahi hakikatini örtmemeye çabalama idraki pişmanlıkta önemli rol oynar. Himmetini yüceltirse, azimle ileri doğru yol alır. Ancak tersi olursa, nefsi emmareye ve emmare vasıflarına geri döner.

Nefs-i Levvamenin huylarını şöyle özetliyebiliriz:

  1. Fısk: ilahi emirlerden kaçış
  2. Cehalet: Maddi ve manevi ilimleri öğrenmekten haz duymama, kaçış
  3. Ucub: insanın helakına sebep olan kendini ve özelliklerini beğenmek ve bu konuda ısrarcı olmak
  4. Uykuyu sevmek: Gereğinden fazla uykuya düşkünlük, vakitlerini uyku ve gereksiz şeylerle meşgul ve zayi etmek.
  5. Yemek ve içmeye gereğinden fazla, ölçüler dışında düşkün olmak
  6. Hırs: Dünya ve içindekilere karşı ihtiraslı olmak, hiçbir şey ile tatmin ve mutlu olmamak, kanaati ve şükrü unutmak
  7. Pişmanlık: Yaptıklarına pişman olmak, ancak iradesini pişmanlığa düştüğü şeyler hakkında, vazgeçmek hususunda her zaman kullanamamak
  8. Şehvet: Cinsel ve diğer nefsi arzularına karşı aşırı istekli olmak, tatmin için gayrı meşru yollara da sapmak.
  9. Geçimsiz olmak.

Bu fena huylar, hem manevi pislik, hemde zehirli mikrop gibidir. Tüm kötü ahlak sıfatlarından kurtulmak için, yaşam maksadımızı, çokluklardan kurtarıp tek bir hedef haline getirmek ve bu bilinçle hareket etmek gereklidir. Tek hedef, maksat ise Allah’tır. Hedefi Allah olan bir kişi, Allah’ın rızası ve istekleri doğrultusunda hareket edecektir. Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde yaşam amacını kilitleyecektir. Böylece dünya hayatından alacaklarınıda Kur’an ve Sünnet-i Muhammedi doğrultusunda alıp, kullanıma sokup, hayatına adapte edecektir. İşte bu nedenle “la maksude illallah; lâ ilahe illallah” tevhid zikri, hedefi birleyip onu Allah’a rabtedecektir. “Allah” zikride gerçek maksadını ve varmak istediği hedefe kişiyi ulaştıracaktır. Hayatımızı Allah ile birlikte olacak şekilde günlük yaşantımıza sokmak üzere planlamalıyız. Daha öncede belirtilen kudsi hadiste:

“Ben gizli bir hazineydim. Bilinmekliliğimi sevdim. Halkı zuhura getirdim (yarattım). Nimetlerimi sevdirdim. Taki beni bilsinler”

İşte insan Allah’ın sevdirmesi ile, O’nun halk ettiği (yarattığı) varlıklara karşı muhabbet duyar. Ancak emmare ve levvame nefis mertebelerinde bu sevgi ve muhabbet Allah’ın istediği şekilde sevgi ve muhabbetten sapmış kendi “ene” sine ve kendi ihtiraslarına yönelmiştir. Bu sevgi ve muhabbetin kaynağını bilememekte, dolayısıyla Allah’ın kendisinin bilinmesi için verdiği bu sevgiyi, Allah’ın Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile koyduğu ölçüler dışında kullanmaktadır. Bütün sevgi, muhabbet ve aşkların temelinde, kaynağında ilahi aşk yatmaktadır.

Ehlullah aşkı üç sınıfta toplamıştır:

  1. Hayvani aşk: Bu aşkta hiçbir ölçü yoktur. Kişi bu düzeyde en çok sevdiği kendi benliğine bile zarar verecek düzeyde ölçüler dışına çıkar. Örneğin; İçki içer, sigara içer, hırsızlık yapar, gayri meşru zeminlerde şehvetini tatmin etmeye kalkar (vb). İddiasına göre en çok sevdiği olan kendi benliğini, daha bu dünyada iken tehlikeli, riskli durumlara atar. Ahiretteki sonuçlarını düşünmek istemez, düşünmez bile. Kendine yapabileceği en iyi şeyin, kendine çeki düzen vermek olduğunu arasıra anlayıp, pişman olsada bir türlü bu alışkanlıklardan, sevgilerden vazgeçmez. Haline yansıtmaz. Sevginin, aşkının kaynağınıda bilmediğinden ilahi aşka yönelmez. Sevgilerini, ilgilerini çoğaltır ve haram yollarla bunları tatmin yolunu tutar.
  2. Mecazi aşk: Kişi bu aşk düzeyinde bir öncekine göre kendine daha az zarar verir. Sevgisini, muhabbetini, aşkını nispeten daha ölçülü düzeyde yaşar. Ara sıra bu aşkı hayvani düzeye inse bile kendini toparlar, pişman olur, pişmanlığını daha uzun süre gereklerini yerine getirerek, hayvani düzeye inmeden meşru zeminlerde sürdürür. Ama sevgisinin ve aşkının ana kaynağını yine bilmez. Bu düzenlemeleri kendi benliği için yapar. Kendi benliğine, nefsine zarar vermemeyi tercih etmiştir. Gayri meşru ve israf düzeyinde bu sevgi ve aşklarını sürdürmemeye gayret eder. Ara sıra harama düşse de hemen tevbe eder. Mecazi aşk, ilahi aşka köprüdür.
  3. İlahi aşk: İlahi aşk sahibi insan, tüm sevgi muhabbet ve aşkların ana kaynağının Allah olduğunu bilir. Maksadı, gayesi Allah’tır. Dolayısıyla bu insan, sevgi, muhabbet ve aşklarının yönlendirdiği eşya ve kişiler hakkındaki sevgi ve aşklarını Kur’an’ın ve Sünneti Muhammediye’nin ölçülerine ve kalıplarına sokar. Yine bilirki Allah bu sınırları, bu sevgileri hayvani aşka ve mecazi aşka düşmeyip, düşse bile yinede bu düşüş sırasında yine Allah’ı bilip, bulup, ölçülere uyması için koymuştur. Zira Allah bu eşya ve kişilere olan sevgi, muhabbet ve aşklarla, bu vesilelerle, kendini ve aşkını buldurmak istemektedir. Konulan ölçüler ve sınırlar yine insanın kendisi içindir. Dünya ve ahiret dengelerinin sağlanması ve bireyin ve toplumun her iki cihan saadetinin sağlanması içindir. Zira Allah bir kalpte iki sevginin bir arada olmasına izin vermez. İstediği, o kalpte kendi ilahi sevgisinin ve buna bağlı ölçülü sevgilerin olmasıdır. Kendimizi severken bile ölçülü olup, bu benliği veren, halk eden Tek ve Bir Allah’ı sevmek suretiyle kendimizi O’na bağlamalıyız. Maksadımız ve hedefimiz de bu olmalıdır. Zaten insan tefekkür edecek olursa, sevdiği her şeyin kaynağının Allah olduğunu, Allah sayesinde var olduğunu anlaması zor olmayacaktır. Öyle ise aşkı tek bir aşka çevirmeside bu tefekkür ile zor olmayacaktır.

Aşk, ister mecazi tarafından, ister ilahi tarafından olsun yani Hakkın sıfatları ve isimleri tarafından olsun, sonuç olarak bizim için Rabbın Zatına rehberdir.

Kişi aşkı, muhabbeti, izafi-beşeri-birimsel benliğine yönlendirmekten kurtarıp, aşkını ilahi benliğe, ilahi Zata yönlendirmelidir.

Mevlana Hz. leri “mecaz hakikate köprüdür” buyurmuşlardır.

Özetle, Allah sevilmeli, sonra halkettikleri (yarattıkları), O’nun koyduğu ölçülerle sevilmelidir. Yunus Emre bu hususu: “Yaradılanı severiz, yaradan’dan ötürü” diyerek özetlemiştir.

Ayrıca “Sevelim, Sevilelim” diyerekte Allah’ı seversek, sevileceğimizi bize bildirmiştir.

Bu suretle bize kalan, öğrenmemiz gereken tek görev neyi, kimi hangi ölçülerle seveceğimiz konusudur. Bunu da Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile ilan etmiştir. Bu sınırlara tecavüz etmeden yaratılmışlara gösterilen her türlü ölçülü sevgi, övgüyü Hakk eder. İşte bu nedenlerle birey, ferd olarak insan sevgi ve aşklarını Allah’a raptederek ilahi aşka kaydırırsa, sevgi konusunda da Allah’ı tevhid edecektir. Hedef ve maksatlarını da tevhid edip, hayatına çekidüzen verecektir.

Maksadı, hedefi Allah olan kişi Allah’ın neleri sevdiğini, neleri sevmediğini bilmesi gerekir: işte bazı ayetler;

“Dürüst davranın. Allah dürüstleri sever” (Bakara/195)

“Allah tevbe edenleride sever, temizlenenleride sever” (Bakara/222)

“Allah sabredenleri sever” (Al-i İmran/146)

“Allah iyi davrananları sever” (Al-i İmran/148)

“Allah kendisine tevekkül edenleri sever” (Al-i İmran/159)

“Resulüm De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Al-i İmran/31)

“Allah güzel davranışta bulunanları sever” (Al-i İmran/134)

“Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever” (Maide/13)

“Allah adil olanları sever” (Maide/42)

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah sevdiği ve Kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda mücadele ederler ve hiç bir kimsenin kınamasına aldırmazlar” (Maide/54)

“Allah haksızlıktan sakınanları sever” (Tevbe/4)

“Allah adaletli davrananları sever” (Hucurat/9)

“Allah bozgunculuğu sevmez” (Bakara/205)

“Allah inkarcılıkta ve günahta ısrar eder kimseyi sevmez” (Bakara/276)

“Allah zalimleri sevmez” (Al-i İmran/57)

“Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi sevmez” (Nisa/36)

“Kendilerine hiyanet edenleri savunma, Allah hainliği meslek edinmiş günahkarları sevmez” (Nisa/107)

“Allah aşırıları sevmez” (Bakara/190)

“Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez” (Maide/87)

“Allah israf edenleri sevmez” (Enam/141)

“Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka” (Nisa/148)

“Doğrusu O, zalimleri sevmez” (42/44)

“Şu kesindir ki O, kibirlenenleri hiç sevmez” (Nahl/22)

“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez” (Araf/55)

“Allah hainleri sevmez” (ENFAL/58)

“Allah hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder” (Hacc/38)

“Bil ki Allah şımarıkları sevmez” (Kasas/76)

“Allah kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez” (Lokman/18)

“Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez” (Araf/31)

“Allah ise bozguncuları sevmez” (Maide/64)

“Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas/77)

Kudsi Hadis:

“Akıllı kimse vaktini üçe ayırmalıdır. Bir saatinde Rabbine dua etmeli, diğer saatinde nefsini hesaba çekmeli, bir saatinide yemesine ve içmesine (dünyasına) tahsis etmelidir.”

Böyle bir durumda nefis nurlanacak, zaten nur olan, nuru örtülmüş olan nefsin nuru artacak ruhun nuru ile nurlanıp, ruha muti olup uyacaktır, uymaya başlayacaktır. Aksi ise isyan edip, nurdan zulmete, karanlığa geçiştir ki emmareliğe düşüş ile neticelenir.

“Herkese, uğruna yaratıldığı şey müyesserdir” ve “Bir şeyi aşırı sevmen, seni kör ve sağır yapar” hadisi şerifleri hedeflememiz gerekenin Allah olduğunu bizlere ne güzel açıklamaktadır. Allah dışındaki sevgilerin tam bir hedef ve maksat olamayacağı ve bu sevgilerin aşırıya kaçtığında bizi dünyaya ve Allah’a karşı kör ve sağır yapacağı ne güzel vurgulanmıştır.

Bütün sevgi ve muhabbetlerin kaynağının ilahi muhabbet ve aşk olması nedeniyle, her ne eşya ve kimse olursa olsun, onlara olan muhabbet ve sevgimiz ölçülü olmalıdır. Peygamber Sünnetini bu konuda model almalıyız. Bu suretle, kötü ahlak vasıflarımız törpülenip kaybolacak, ölçüler konulacak ve iyi ahlak vasıfları oluşup, gelişmeye başlayacaktır. Yardım ise Allah’tan olacaktır. Ölçüye bir örnek verecek olursak; Kur’anda yemek içmek konusunda “Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz” ayeti mevcuttur. Bunu tamamlayan hadis ise “Her arzu ettiğini yemen israftır” hadisidir. Çağımızın hastalıklarından obesiteye karşı ne kadar kuvvetli iki ölçü bilgi sunulmuştur.

Allah’ın emaneti olan vücudumuzu korumak için birçok ihtiyacımız vardır. Yeme, içme, giyme, uyku ve aile ihtiyaçlarını temin etmek bunlardandır. İşte bizi halk eden Allah, Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile bu hususları ölçülere bağlamış, düzene sokmuştur. Bu ölçülere uymak ise dünya ve ahiret menfaatidir. “İnsana çalıştığının karşılığı vardır”. (Necm/39) ayeti bizi bu ölçülerle çalışmaya sevk etmektedir.

Her türlü sevginin ve muhabbetin kaynağı Allah’ın Zatıdır. Allah Zati Nefsinden O’nu anlayabilmemiz için bizlere nefislerimizi hibe etmiştir, halk etmiştir (yaratmıştır). Bu vehb olan nefsimizi bize, bilinmek ve bilinip istediklerini yerine getirmemiz için emanet etmiştir. Bedenimizi de buna aracı kılmıştır. Dünya aleminde ancak bu bedenle bulunabilmekteyiz. Zira ayeti kerime de “Nefisler bedenlerle birleştirildiğinde…” (Tekvir/7) denerek bu işin basit bir hadise olmadığı vurgulanmıştır.

Bu nedenle emanete iyi bakmamız, emirler ve yasaklara riayet ederek emanetin hakkını vermemiz gerekmektedir. Bunu nasıl yapmamız gerektiğini açıklamak için hem dünya hem ahiret saadetimiz için, nefsimize hitap için Kur’an indirilmiştir. Kur’an’ın nasıl yaşanıp, hayatımıza adapte edeceğimizi öğretmek için Peygamberini Zatı nefsinin aynası olarak, içimizden nefsimizden seçip, yine bizlere hibe etmiştir.

“Nefsinizden bir resul geldi” (Tevbe/128)

“Gerçekten Allah, müminlere ihsan ve ikramda bulunmuştur. Çünkü onlara kendi içlerinden, onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları temizleyip arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermiştir” (Ali İmran/164)

Sevdiklerimizi ve muhabbet ettiklerimizi Allah için sevmeli ve muhabbet etmeliyiz. Allah’tan gafil bir nefsle her neyi ve kimi seversek sevelim, sevdiklerimizi putlaştırma ve ilahlaştırma riski vardır. Buda şirk riskini taşır. Şirk ise ayetle sabit olduğu üzere en büyük zulümdür. Ve Allah’ın affetmediği tek şeydir. Zira Allah’ın tevhid bildirisine taban tabana zıttır. “Şirk en büyük zulümdür” (Lokman/13)

“Ameller niyetlere göredir…” hadisiyle maksadını Allah’a ve emirlerine çevirip, niyetlerimizi dolayısıyla bu niyetlerle işleyeceğimiz fiillerimizi de Hakk yoluna döndürmeliyiz. Hadisin tamamı şöyledir: “Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kiminde hicreti elde edeceği bir dünya malına yada evleneceği bir kadına ise, onun hicretide hicret ettiği şeyedir”.

İnsan neye ve kime hicret edip yönelirse: Allah için ve Resulünün gösterdiği ölçü ve yöntemlerle ve fiillerle hicret edip yöneldiğinde; Allah’a ve Resulüne yönelmiş, hicret etmiş olur. Gösterdiğimiz sevgi ve muhabbetlerde, aşklarda da aynı ölçü söz konusudur. İşte bu nedenle Kur’an ve Sünneti Muhammedi ile konuyla ilgili ilimleri almakta farzdır.

“Pişmanlık tevbedir” hadisiyle Peygamber Efendimiz (sav) bize büyük bir ışık tutmaktadır. Her mertebede geçerlidir. Allah’ın Zati İlmi sonsuz olduğundan, her yeni öğrendiğimiz bilgi bize yeni ışık tutacağından, o mertebede ya yaptıklarımızdan yada yapamadıklarımızdan dolayı pişmanlık duyacağımız açıktır. Ancak bu geçici bir durumdur. Zira rehberimiz Hz. Muhammed (sav) “Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir” hadisiyle bizleri müjdelemiştir. Ancak arkasından aynı hataları işlemememiz için bizleri şu hadisle uyarmıştır:

“Mümin aynı delikten iki kere ısırılmaz” diyerek tevbe ettikten sonra aynı hataları yeniden yapmamamız konusunda bilgi vermiştir. Allah’da kulların hata işleyebileceğini ve tevbeyi zorunlu kıldığını şu kudsi hadisiyle bildirmiştir: “Kullarım hiç günah işlemeseydi, işleyip tevbe etmeselerdi, onları yok eder yerlerine günah işleyip tevbe edecek yeni bir kavim yaratırdım”.

Zira Allah Tevvab, Gafur, Gaffar, Afüvv gibi isimlerinin zuhura çıkacağı mahaller ister. Bu isimlerin zuhur mahalleri ise günah işleyenlerdir. Ancak Allah bunun devamlılık arzetmemesi gerektiğini şu ayetiyle açıkça ilan eder:

“Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever” (Bakara/222).

Allah tevbe etmeyi, manevi kirlerden temizlenip, arınma yolu olarak vermiş ve bu kişileri sevdiğini bildirmiştir. Bu temizlik halini ve Allah sevgisini kaybetmemek için Allah’ın emir ve yasakları hususunda azami dikkati ve titizliği gösterecek iradeyi kullanmamız gerekmektedir. Yine irademizi kullanarak, Nasuh tevbesi yaparak yani bir daha aynı günahı işlememek azmiyle tevbe etmemizi bize yine Kur’an bildirmektedir.

Nasuh tevbesi nefs terbiyesinde, mücahesinde ve tezkiyesinde (arınma) çok önemlidir. Aynı hataya düşsek bile her defasında “Nasuh tevbesi” azmiyle yola çıkmak bize işlerimize daha büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Bu konuda şu hadisin uyarısına dikkat etmeliyiz: “Tekrar tekrar tevbe edip aynı günahı işleyerek Allah’la alay etmeyiniz”.

Bütün bu bahsedilen ayet ve hadisleri analiz ve sentez ederek günahlardan ve hatalardan mümkün olan en kısa zamanda kurtulma azmi ve iradesini benliğimize, nefsimize yerleştirmeliyiz. Bu azim ve irade bizim bu yolda ilerlememizi hem kolaylaştıracak, hem yolu kısaltacak, hemde sosyal, maddi ve manevi yaşantımızı düzene sokacaktır. Kötü ahlak vasıflarından kurtulmamız, iyi ahlak vasıflarını kazanmamız için en önemli adımı oluşturacaktır. Bu da nefsin kötü vasıflarının kıyametidir. İşte bu nedenle başta verilen idrak ayetinde kıyamet ve nefsi levvame üzerine yemin edilmiştir. İşte tevbe ve pişmanlık bu mertebede bu nedenle çok çok önemlidir. Nefsi levvame üzerine yemin eden Allahu Teala bizi istikamete Kur’an ve Sünneti Muhammedi yoluna ancak bu şekilde gireceğimizi vurgulamaktadır.

Yunus Peygamberde, nefsin karanlıklarından kurtulup, nefsimizin ilahi hakikatine ulaşmamız için bizlere bu mertebede yaptığı duayı örnek vermekte, bu şekilde Rabb’ın affına mazhar olmamıza vesile olmaktadır.:

“lâ ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin”.

Dikkat edilirse bu ayette karanlıklardan (nefsin karanlığı, cehaleti ve zulmünden) kurtulmak için, Allah tek ve bir ilah olduğunu ve uluhiyetinde eşi ve benzeri olmadığını kabul etmek zorundadır. Aksi nefsin ilahi hakikatine zulmetmektir. Benliğimizin istekleri doğrultusunda yaptığımız kötü işlerden kurtulmak için tevbe etmek çok önemlidir. Tevbe ettikten sonra yükümüz hafifleyecek ve nefsimiz nurlanacak aydınlanacak, karanlıklardan kurtulacaktır. Yunus aleyhisselamın hikayesinden kısaca şu dersleri çıkarmalıyız:

- Aldığımız bir görevi kendi aklımıza göre karar vererek bırakmamamız gerektiğini

- Dara düştüğünde Allah’tan yardım dilemeyi

- Günah ve hatalardan sonra pişman olup tevbe etmeyi

- Her zaman Rabbımızdan ümitvar olmayı

- Başına gelen hadiselerden ibret almayı

- Nefs muhasebesi yapıp varsa yapılan yanlışlıklardan pişmanlık duyup, tevbe etmeyi

- Ahde vefayı

- Gafletten uyanıklığa dönüş yapmayı, şuurlanmayı.

Böylece kişi cüzi aklından, akl-ı küle, Allah’a doğru gitmede azmetmelidir, iradesini güçlendirmelidir.

“Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir” hadisiyle Peygamber Efendimiz, bize kul hakları hariç, büyük bir müjde vermiştir. Bu nedenle özellikle nefsi levvame mertebesinde ve her mertebede nefs muhasebesi yaparak, nefsimizi, kendimizi hesaba çekmeliyiz. Bu kendimize yapacağımız en büyük iyilik olacaktır. Bu nefs muhasebesinin her gün yapılması, hesaplarımızın birikmesini engelleyecektir. Zira Hz. Resul, bu hususu şu hadisi ile teşvik etmiştir.

“Hesaba çekilmeden önce, nefsinizi hesaba çekiniz”.

Kendi hayatını analiz eden insan, iyiliklerini ve kötülüklerini vicdanı kararmadıysa tespit edebilecektir. Bu nedenle iyilikleri için Allah’a şükredecek, kötülükleri için tevbe, istiğfar edecektir. Bu suretle kendi nefsini hesaba çekecektir. Nasuh tevbesi ile hatalarını, kusurlarını tekrarlamamak azmiyle adeta kıyameti kopup, yeniden doğup, yeniden hayata başlamış olacaktır. Yine ayeti kerime ile bu hususlar açıkça bildirilir: “Bütün iyilikler Allah’tandır, kötülükler ise nefsinizdendir”. (Nisa/79)

İşte bu nedenle bu mertebede pişmanlık, tevbe-istiğfarın önemi çok büyüktür. Kendi “ene” si ile, benliğinle yaşarken, kendini varlık sahasına çıkartan Allah’ı ve ancak Allah’la var olduğunu anlayan insan, vechini, zatını Allah’a döner. Tıpkı Yunus aleyhisselam gibi. O’nun tek ve bir ilah olduğunu ikrar ederek, yaşamaya başlar. İnsandaki “ene” bilincini gerçek yerine oturtmak Allah’la var olduğunu bilerek yaşamaya yönelir. “Ene” nin, nefsinin gerçek sahibi Allah’a dönünce bu idrak bu mertebedeki kıyamettir.

Nefsin hakikatine bir adım daha atmış, bu mertebedeki ilmi arttığından, bunu da hal edildikçe nefsi nurlanacaktır. Bu mertebenin irfaniyetiyle, “ene” si benliği kendinden ölene kadar ayrılmayacağının idrakiyle, tevbe istiğfarın her an, her mertebede gerekli oluğu idrakine varır. Gafleti, her an uyanık olma şekline, her an hata yapıp, günah işleyip, tevbe edebileceği, etmesi gerektiği şuuruyla yaşamına devam etme kararı verir. Bu nedenle bu mertebede pişmanlık, tevbe-i istiğfar ve tevbede azim çok değerlidir.

Allahü Teala Kur’anında şöyle buyurmaktadır: “Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmederde sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır”. (Nisa/110)

Kur’anın bir indiriliş amacınıda şöyle açıklıyor: “… Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonrada O’na tevbe etmeniz için indirildi”. (Hud/3)

“Nihayet Allah’ın cezasından, yine Allah’ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılarda, bundan sonra önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onları tevbeye muvaffak kıldı”. (Tevbe/118)

Hz. Peygamber (sav) şöyle dua etmiştir: “Allahım seni bana kendi nefsimden, kulağımdan, gözümden, ailemden, malımdan ve soğuk sudan daha sevimli kıl”

Rehberimiz Peygamberimiz (sav); sevgilerin hepsinin üstünde Allah sevgisinin olması gerektiğini yukarıdaki hadisiyle bize bildirmiştir.

İnsan yaşam hedefini ve maksadını, çokluklardan arındırarak tek, bir Allah hedefine yönlendirmelidir. Uluhiyeti (ilahlığı) ile Allah tüm yarattıklarını bir arada tutmaktadır. Maksadı Allah olan insan bütün çoklukları Allah ile birleyip, tevhid edecektir. Bu çoklukları ise Kur’an ve Sünneti Muhammedi doğrultusunda yönlendirecek, her mevcuda hakkını verecektir. Hedefi çokluk olan, tevhidden uzaklaşan insanın ise sevdikleri ve arzuları darmadağınık olacaktır. Çoklukları toplayıp cem eden Allah bilinci olmadığında, çokluklar, düşünceler ve yaşamda zorlaşacak hayatta tutarsızlıklar baş gösterecektir. Bundan kurtaracak olan maksadı, ilah olan tek Allah’a yönlendirmek ve zikir, tevhid zikri, ilgili ayet ve hadisleri tefekkürle zikredip, bu mertebenin nuruna ulaşmakdır.

Bu makamda veliler serdarı Hz. Ali (kv): “İnsan, seyri lillahta aşırı dünyevi isteklerden vazgeçmeye başlar; uhrevi gayelere yönelir. Bir yandanda irfanını arttırmaya çalışır” buyurmuştur.

Allah’ın, nefsimize Nur ismiyle tecelli edip aydınlatması, Mürid ismiyle tecelli edip bizleri tevbe yolunda ve irfan yolunda irade sahibi kılması, Alim ismiyle tecelli edip mertebelerin ilmini nefsimize ilham etmesi niyazı ve duasıyla… AMİN.

Yunus Emre
Yunus Emre May 9 '16

NEFS-İ LEVVÂME